AKILCI-İLAÇ TEDAVİSİ VE PSİKOTERAPİ
DEPRESYONU YEN !


KİM BU  LEONARD ZELİG*

Sahtekar mı, hasta mı yoksa bir komformist mi ?

            Woody Allen, keskin ironik zekası, tartışmalı yaşamı, entelektüel birikimi ve bunların bir ürünü olarak  ölümsüzleşen filmleriyle dikkati çekiyor. 1983 yılında yaptığı “Zelig” de bu filmlerinden biri.

Film Öyküsü

            Leonard Zelig, özellikleri bakımından pekte cazip olmayan sıradan biridir. Ancak Zelig, farklı insanlarla birlikte olduğunda kişilik ve dış görünümünü tıpkı bir bukalemun gibi değiştirebilme yeteneğine sahiptir. Bir psikiyatristin yanında psikiyatriste benzemekte, farklı bir kültürden insanlarla karşılaştığında giyim, görünüm olarak onlara benzemektedir. Bu şaşırtıcı yeteneğinin ortaya çıkmasının  nedenini ise diğerleri tarafından sevilme arzusu olarak tanımlamaktadır. Bu bukalemun özelliği medya tarafından keşfedildiğinde inanılmaz yolculuğu da başlamış olur.

İroni Festivali

            Gündeme bomba gibi düşen ya da gündemi inşa eden Zelig fenomeni bir anda her şeyin önüne geçer. Televizyonlar, gazeteler sürekli bu konuyu işlemektedir. Allen burada hınzırca bir iş daha yapar. Bugünlerin  entellektüellerini o dönemin (1920’li 30’lu yılların) otoriteleriymişçesine ekrana taşır.  Tüm filmde olduğu gibi siyah-beyaz bu görüntüler, kendinden emin bir şekilde, hiçbir tereddüt göstermeden, sanki Zelig’i gerçekten tanıyormuşçasına yapılan yorumlar oldukça etkileyicidir. Dönemin ünlüleri ile Zelig’in yaratılan görüntüleri öte yandan onun ün ve şöhretinin nasıl tırmanışta olduğunu da göstermektedir. Evet bu film Amerika’ daki ün ve şöhret düşkünlüğü ile dalga geçmektedir. Ancak buradaki şöhret olgusunda sacayağını gözden kaçırmamak gerekir. Bunlar şöhretin mimarı (medya ve araçları), şöhretin tüketicisi (Amerikan toplumu) ve şöhrete ulaşan (Zelig) şeklinde sıralanabilir.

Burada Andy Warhol’un meşhur saptamasını hatırlamakta yarar var. Warhol, bir gün gelecek herkes onbeş dakikalığına da olsa şöhret olacak demiştir. Üstün gücünü vurgulayan bu saptamaya rağmen, medya ve araçlarının bütünüyle kuralsız olmadığı da aşikardır. Yine de medyayı bir kenara bırakarak şöhretin tüketicisi topluma ve şöhrete ulaşan Zelig’e odaklanmak daha uygun gibi duruyor. Bu bakış açısıyla  en az ürün kadar (Zelig) önemli olan ürünün işlevi ve toplumun buna olan gereksinimidir. 

İstem dışı yaşadığı bu değişim-dönüşüm semptomuyla Zelig toplum için bir özdeşim nesnesi halini alır. Leonard Zelig’e insanlar tapar, çünkü onun ne olduğu değil neyi temsil ettiği daha önemlidir. İşte bu yüzden kendine ait bir kişiliği olmayan Zelig’e hayran olmakta, onda kendi imgelerini  görmektedirler. Belkide bu kişiliksizlik hali şöhretin hızını katlamaktadır. Yapılan röportajlardan birinde bir adam “Keşke Zelig gibi olabilsem, değişen, farklı insanlar olabilen biri, kim bilir belki bir gün benimde düşlerim gerçekleşir” der, bir diğeri onu “Amerika Birleşik devletleri’nin gelmiş geçmiş en kaliteli beyefendisi” olarak niteler. Semptomun işlevi sürdükçe yani toplumun güven gereksinimine karşılık geldiği müddetçe semptom ve şöhret varlığını sürdürür. Ama her şeyin bir sonu vardır ve bu tatlı günler birden baş aşağı olur.

            Zelig neden başkalarına dönüştüğü onların özelliklerini benimsediği sorusunu “sevilmek istiyorum da ondan”  diye yanıtlar. Aslında Zelig’in varoluş çabası traji-komiktir. Çünkü  başarılı oldukça onu bekleyen  anonimleşme, yok oluş  ya da hiçliktir.

Zelig medya tarafından zirveye taşınmasıyla birlikte doktorlarında yoğun olarak ilgisini çeker. Bunlardan biri de psikiyatrist Dr. Eudora Fletcher’dır (Mia Farrow). Zelig’in yanında kim varsa onun görünümüne ve kişiliğine bürünme eğilimi  Dr. Fletcher’ın önemli bir uğraşı alanı halini alır. Zelig doktorla oldukça uzun seanslar geçirir. Hatta bu çalışmaların bir filminin yapılmasını sağlayan  Dr. Fletcher  “tarih yazmayı planlıyorum” diyerek mütevazı (!) şöhret arzusunu da kelimelere döker.

Neyle karşı karşıyayız?

Acaba bu vaka nedir? Yoksa bir sahtekar mı? Hayat öyküsü  bunun pekte doğru olmadığına işaret ediyor. Ya hastalık? Yapılan araştırmalar, dönemin meşhur tıp otoritelerinin değerlendirmeleri Zelig bağlamında karşı karşıya olunanın psikotik ya da nörotik bir varoluş çerçevesine indirgenemeyeceğine işaret etmektedir. Yine de Pseudologica fantastica akla hemen gelmektedir. Pseudologica fantastica, görünürde yeterli bir amaç ya da güdü olmadan yani bir zorunlulukta yokken dinleyicileri etkileyecek şekilde büyük bir hevesle gerçekle uyuşmayan hikayeler anlatmak, yalanlar söylemek diye tanımlanabilir. Bu kısmi bir açıklama olabilir ama yeterli mi? Filmdeki uzmanlardan biri (Bruno Bettelheim) “Zelig’in duygularının topluma iyi uyum sağlamış normal insanlarınkinden farklı olmadığını düşünüyorum , sadece biraz abartılı düzeyde o kadar. Bana kalırsa, Zelig en büyük “komformist” demektedir.      

Leonard Zelig: En Büyük Komformist

Konformist ya da konformizm kelimelerinin günlük yaşamda kullanımı ve çağrıştırdıkları pekte yerli yerinde olmayabilir. “Konformizm” in rahatını seven, konforuna düşkün gibi anlamlara gelmediğini anlatmak bazen güç olabilir. Kısa yoldan  konformizmi bir topluluk içinde anonim kalma, sivri ya da sıra dışı özelliklerini göstermeme arzusu, kendini sıradan gösterme çabası olarak tanımlayabiliriz. Eğer böyleyse Zelig’deki bu dönüşümün nedeni diğerleri tarafından sevilme arzusu olduğu kadar  onlar tarafından kabul edilme arzusu da olabilir. Kendini sıradan gösterme çabası belli bir enerjiye mal olmasına rağmen bireye toplumla çatışmamayı, topluluk içinde rahatsız edilmemeyi, tehdit edilmemeyi vaat eder. Buradaki gerçek tehdidi fark etmişsinizdir. Bunun anlamı torna tezgahından  geçmişçesine birbirinin aynı bireylerin ortada cirit atacağı, toplumun kendini yenileme kapasitesini ve dinamizmini kaybedeceği gerçeğidir.

Sonuç

Woody Allen, sahte haber görüntülerini –hatta hiç çekilmemiş bir filmden de The Changing Man (Değişen Adam) sahneler göstererek- kurgulayarak “pseudo-belgesel-taşlama” tarzında eşsiz bir eser ortaya koymuş. Sonuçta bu bir kurgudur diyenlere  bu film bağlamında gerçek-kurgu ayrımı için büyük çabalar harcamanın önemsizleştiğini söyleyebilirim. Çünkü ortadaki zaten gerçek: “Zelig Fenomeni”. Aslında birazda olsa tanıdık bir durum değil mi?

Prof. Dr. Cengiz TUĞLU

*Popüler psikiyatri dergisi'nde yayınlanmıştır.

sinefilmoterapi
raşomon
trainspotting
zelig
amerikan güzeli
AnasayfaHakkımızdaRuhsal SorunlarPsikoterapiEğitim-DanışmanlıkBize Ulaşın
Bütün Hakları Saklıdır