İroni Festivali
Gündeme bomba gibi düşen ya da gündemi inşa eden Zelig fenomeni bir anda her şeyin önüne geçer. Televizyonlar, gazeteler sürekli bu konuyu işlemektedir. Allen burada hınzırca bir iş daha yapar. Bugünlerin entellektüellerini o dönemin (1920’li 30’lu yılların) otoriteleriymişçesine ekrana taşır. Tüm filmde olduğu gibi siyah-beyaz bu görüntüler, kendinden emin bir şekilde, hiçbir tereddüt göstermeden, sanki Zelig’i gerçekten tanıyormuşçasına yapılan yorumlar oldukça etkileyicidir. Dönemin ünlüleri ile Zelig’in yaratılan görüntüleri öte yandan onun ün ve şöhretinin nasıl tırmanışta olduğunu da göstermektedir. Evet bu film Amerika’ daki ün ve şöhret düşkünlüğü ile dalga geçmektedir. Ancak buradaki şöhret olgusunda sacayağını gözden kaçırmamak gerekir. Bunlar şöhretin mimarı (medya ve araçları), şöhretin tüketicisi (Amerikan toplumu) ve şöhrete ulaşan (Zelig) şeklinde sıralanabilir.
Burada Andy Warhol’un meşhur saptamasını hatırlamakta yarar var. Warhol, bir gün gelecek herkes onbeş dakikalığına da olsa şöhret olacak demiştir. Üstün gücünü vurgulayan bu saptamaya rağmen, medya ve araçlarının bütünüyle kuralsız olmadığı da aşikardır. Yine de medyayı bir kenara bırakarak şöhretin tüketicisi topluma ve şöhrete ulaşan Zelig’e odaklanmak daha uygun gibi duruyor. Bu bakış açısıyla en az ürün kadar (Zelig) önemli olan ürünün işlevi ve toplumun buna olan gereksinimidir.
İstem dışı yaşadığı bu değişim-dönüşüm semptomuyla Zelig toplum için bir özdeşim nesnesi halini alır. Leonard Zelig’e insanlar tapar, çünkü onun ne olduğu değil neyi temsil ettiği daha önemlidir. İşte bu yüzden kendine ait bir kişiliği olmayan Zelig’e hayran olmakta, onda kendi imgelerini görmektedirler. Belkide bu kişiliksizlik hali şöhretin hızını katlamaktadır. Yapılan röportajlardan birinde bir adam “Keşke Zelig gibi olabilsem, değişen, farklı insanlar olabilen biri, kim bilir belki bir gün benimde düşlerim gerçekleşir” der, bir diğeri onu “Amerika Birleşik devletleri’nin gelmiş geçmiş en kaliteli beyefendisi” olarak niteler. Semptomun işlevi sürdükçe yani toplumun güven gereksinimine karşılık geldiği müddetçe semptom ve şöhret varlığını sürdürür. Ama her şeyin bir sonu vardır ve bu tatlı günler birden baş aşağı olur.
Zelig neden başkalarına dönüştüğü onların özelliklerini benimsediği sorusunu “sevilmek istiyorum da ondan” diye yanıtlar. Aslında Zelig’in varoluş çabası traji-komiktir. Çünkü başarılı oldukça onu bekleyen anonimleşme, yok oluş ya da hiçliktir.
Zelig medya tarafından zirveye taşınmasıyla birlikte doktorlarında yoğun olarak ilgisini çeker. Bunlardan biri de psikiyatrist Dr. Eudora Fletcher’dır (Mia Farrow). Zelig’in yanında kim varsa onun görünümüne ve kişiliğine bürünme eğilimi Dr. Fletcher’ın önemli bir uğraşı alanı halini alır. Zelig doktorla oldukça uzun seanslar geçirir. Hatta bu çalışmaların bir filminin yapılmasını sağlayan Dr. Fletcher “tarih yazmayı planlıyorum” diyerek mütevazı (!) şöhret arzusunu da kelimelere döker.
Neyle karşı karşıyayız?
Acaba bu vaka nedir? Yoksa bir sahtekar mı? Hayat öyküsü bunun pekte doğru olmadığına işaret ediyor. Ya hastalık? Yapılan araştırmalar, dönemin meşhur tıp otoritelerinin değerlendirmeleri Zelig bağlamında karşı karşıya olunanın psikotik ya da nörotik bir varoluş çerçevesine indirgenemeyeceğine işaret etmektedir. Yine de Pseudologica fantastica akla hemen gelmektedir. Pseudologica fantastica, görünürde yeterli bir amaç ya da güdü olmadan yani bir zorunlulukta yokken dinleyicileri etkileyecek şekilde büyük bir hevesle gerçekle uyuşmayan hikayeler anlatmak, yalanlar söylemek diye tanımlanabilir. Bu kısmi bir açıklama olabilir ama yeterli mi? Filmdeki uzmanlardan biri (Bruno Bettelheim) “Zelig’in duygularının topluma iyi uyum sağlamış normal insanlarınkinden farklı olmadığını düşünüyorum , sadece biraz abartılı düzeyde o kadar. Bana kalırsa, Zelig en büyük “komformist” demektedir.
Leonard Zelig: En Büyük Komformist
Konformist ya da konformizm kelimelerinin günlük yaşamda kullanımı ve çağrıştırdıkları pekte yerli yerinde olmayabilir. “Konformizm” in rahatını seven, konforuna düşkün gibi anlamlara gelmediğini anlatmak bazen güç olabilir. Kısa yoldan konformizmi bir topluluk içinde anonim kalma, sivri ya da sıra dışı özelliklerini göstermeme arzusu, kendini sıradan gösterme çabası olarak tanımlayabiliriz. Eğer böyleyse Zelig’deki bu dönüşümün nedeni diğerleri tarafından sevilme arzusu olduğu kadar onlar tarafından kabul edilme arzusu da olabilir. Kendini sıradan gösterme çabası belli bir enerjiye mal olmasına rağmen bireye toplumla çatışmamayı, topluluk içinde rahatsız edilmemeyi, tehdit edilmemeyi vaat eder. Buradaki gerçek tehdidi fark etmişsinizdir. Bunun anlamı torna tezgahından geçmişçesine birbirinin aynı bireylerin ortada cirit atacağı, toplumun kendini yenileme kapasitesini ve dinamizmini kaybedeceği gerçeğidir.
Sonuç
Woody Allen, sahte haber görüntülerini –hatta hiç çekilmemiş bir filmden de The Changing Man (Değişen Adam) sahneler göstererek- kurgulayarak “pseudo-belgesel-taşlama” tarzında eşsiz bir eser ortaya koymuş. Sonuçta bu bir kurgudur diyenlere bu film bağlamında gerçek-kurgu ayrımı için büyük çabalar harcamanın önemsizleştiğini söyleyebilirim. Çünkü ortadaki zaten gerçek: “Zelig Fenomeni”. Aslında birazda olsa tanıdık bir durum değil mi?
Prof. Dr. Cengiz TUĞLU
*Popüler psikiyatri dergisi'nde yayınlanmıştır.